• >>

    Blogger tarafından desteklenmektedir.

    Teşekkürler Dünya! | Refika Çelik

    Yazar: Refika Çelik /

    “Hopa'nın yeşilinden çıkan güzel ruhlu güzel çocuk: Kazım Koyuncu. Karadeniz gibi hırçın bir o kadar da yumuşak...”

    Kazım Koyuncu için rock müzik ancak bu kadar güzel etnikleştirilebilirdi diyebiliriz. Kulaklara kazınan mükemmel tınılı sesiyle içimize yerleşiverdi birden.    

    Kazım Koyuncu1971'in 7 Kasımında Artvin’in yeşilin kokusuyla ünlü Hopa'sında dünyaya geldi. Hopa için özgürlüğüm derdi Kazım Koyuncu. Müzik hayatına da özgürlüğüm dediği bu şehirde babasının ortaokul yıllarında onu yazdırdığı mandolin kursuyla başladı. İlk önce 'Kemençeci Yaşar' lakabıyla bilinen Yaşar Turna'nın yanında duydu sihirli ezgileri. Müziğin uçsuz bucaksız dünyası ruhunun sınırları olmayan bu adamı bir anda içine çekiverdi.Yoğunlaştıkça yoğunlaştı, içine girdi müziğin. Bugüne kadar hep çay ve mısır tarlalarıyla bilinen Karadeniz'i öteki yüzüyle -müziğiyle, ruhuyla- tanıtmak istedi.


    Yaşıtları gibi o da üniversite hayalleri kurdu. Fakat kurduğu üniversite hayalleri onun için amaç değil araç olacaktı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’ni kazanarak İstanbulla tanıştı. İstanbul’a geldikten sonra müzikle ilişkisi iyice ilerledi, artık tamamen müziğin olmuştu. Yapmak istediği tek şeyin müzik olduğunu fark eden Kazım üniversite hayatının ikinci yılında okulu bıraktı. Bir bakıma 1992 yılında profesyonel müzik hayatına ilk adımı atmış oldu. 20 yaşındayken sanat atölyesinde tanıştığı Ali Enver ile Dinmeyen adlı bir müzik grubu kurdular, politik olarak seslerini bu grupla duyurmaya çalıştılar. Özgün diye nitelendirebileceğimiz bu grup tek projeleri olan Sisler Bulvarı albümünü çok geçmeden  yayınladı. Dinmeyen Kazım Koyuncu'nun sanatsal birikimlerini göstermeye başladığı ilk oluşumdu. Ancak Kazım'ın aklında farklı şeyler de vardı. Ülke genelinde tek tip olarak bilinen Karadeniz müziğinin farklı ezgilerini modern rock müziğiyle harmanlamak istiyordu. En sonunda 1993 yılında Mehmetali Barış Beşli ile Zugaşi Berepe yani Lazca Denizin Çocukları anlamına gelen dünyanın ilk Laz rock müziğini kurdular. Bu grup düşündüklerini açıkça ifade ediyor, kısık sesle söylenenleri yüksek sesle dile getiriyordu. Lazca şarkılar yaparak Laz dili ve kültürünü tanıtmaya çalışıyor, bu şarkılar sayesinde kültürlerinin kaybolmasını önlemek istiyorlardı. Denizin Çocukları'nın hem basçısı, hem vokalisti olan Kazım Koyuncu Doğu Karadeniz'de yaşanan ekolojik değişime ve dünyanın yok oluşuna farkındalık yaratmak istediklerini söylüyordu. Mikrofon başındaki uzun saçlı ve küpeli Laz çocuklarının kemençeyle birlikte elektro gitar çalması başta Karadeniz insanı olmak üzere herkesi şaşırttı. Birden bire ortaya çıkan bu grup önceleri kabul görmese de zaman geçtikçe hızla yayıldı. Tulumun ve kemençenin insanın içini kıpırdatan sesi gençler arasında popüler olmaya başladı. Bu çocuklar Karadeniz'in en çok bilinen grubu haline gelmişlerdi. 1995'te Va Mişkunan adlı albümünü çıkaran bu gençler müzikal açıdan sahip oldukları zenginliği gösteriyordu insanlara. Büyük bir hayran kitlesine ulaşan Zugaşi Berepe 1998 yılında İgzas (Gidiyorlar) albümünü çıkardı. Grubun müzikal açıdan oldukça zengin bulduğu bu albüm ne yazık ki dinleyenleri fazla tatmin etmedi. İgzas her zaman Va Mişkunan'ın gölgesinde kaldı. İgzas'ta da ilk albümde olduğu gibi Laz dilinin ve kültürünün kaybolmasını önleme amacı güdülmüştü. Grup bu albümde ilk albümlerinden farklı olarak Hopa'da birlikte yaşadıkları bir diğer halk olan Hemşinlerin de seslerini duyurmaya çabalamıştı. Kazım ve arkadaşları komşularının dili Hemşinceyi şarkılarına taşımıştı. Karadeniz'in güzel çocuğunun ruhu da buydu zaten: Kardeşlik, barış, isyan... Hızla yayılan Denizin Çocukları 1999 yılında ilk çatlaklarını vermeye başladı. Grubun kontrolünü çoğunlukla elinde bulunduran Kazım Koyuncu gruptan ayrılmaya karar verdi.

    Kazım Koyuncu2000'li yılların gelmesiyle Karadeniz'in asi çocuğunda bir dinginlik oluşmaya başladı. Röportajlarında “İçimdeki rock ateşi asla sönmez” diyordu fakat teknik olarak müziği biraz daha yavaşlamıştı. Gruptan ayrıldıktan sonra ilk solo albümü Salkım Söğüt'ten de üç Lazca parçayı içine alan Viya! adlı albümü çıkardı. 2001 yılında çıkan bu albümle Kazım Koyuncu Laz müziğini popüler çalgılar olan elektro gitar, bas gitar, bateri gibi enstrümanlarla birleştirmeye devam etti. Enstrümanları harmanlamasıyla, tarzıyla ve müziğinin amaçlarıyla İrlandalı sanatçı Bob Geldog’a benzetildi. Dinlerken Doğu Karadeniz yaylalarında yürüyormuş hissi veren bu mozaik albüm Kazım’ın şair ceketli çocuk adını sonuna kadar hak ettiğini gösteriyordu insanlara. Onun müziğini dinlerken ıslak toprak kokusunu içinize çekebiliyordunuz. Kazım’ın asi görüntüsünün altında yatan aşk çocuğu çıkmıştı sahneye. Artık hayranları bilmedikleri romantik bir Kazım görüyordu karşılarında. Şarkıların her birinde ayrı bir lezzet vardı. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz “Didou Nana” idi. Kazım Koyuncu’nun sözleriyle anlatacak olursak “kalbi acıtan bu mükemmel şarkı insanların anlamayıp anladığı, anlamayıp hissettiği, melodisi yükseldiğinde başka hiçbir şey duymak istemeyeceğiniz bir başyapıttı.” Negrelce,Lazca ve Gürcüce söylenen şarkı, ailesi tarafından “İşte bu tam da Kazım!” olarak ifade edilmiştir. Bu şarkı Kazım’ı ölümsüzleştiren, onun adını unutulmazlar arasına kazıyan şarkı olmuştur.

    Didou Nana’nın etkisi devam ederken  televizyonun popüler dizisi Karadeniz’de yaşanan bir aşkı konu edinen Gülbeyaz dizi ekibi müziklerini hazırlaması için Kazım Koyuncu’ya teklif götürdü. Teklifi kabul eden Karadeniz fırtınası bir anda ülke çapında ilgi odağı haline geldi. Kazım artık sadece Karadeniz’in değil, tüm ülkenin çocuğuydu. Karadeniz rüzgârıyla çıktığı yolda estiği her yerde iz bırakan Kazım, Gülbeyaz’da da serinliğini açıkça hissettirdi. Ancak fazla popülariteden sıkıldığı için dizide kullandığı parçaları barındıran albümü Hayde’yi bir yıl sonra çıkarma kararı aldı. 2004 yılında daha çok tanınmasını sağlayacak albüm piyasada yerini aldı. Sahnede var olan bir adamdı Kazım! Sahnede etnik müziği kullanıp var olabilen bir adam… Harun Topaloğlu’nun da dediği gibi “Kültürle pişip kültür müziği yaptığınızda artık tek başınıza olmuyorsunuz.” Zaten hiçbir zaman tek değildi Kazım Koyuncu, yanında onu kucaklayan Türkiye halkları vardı.

    Kazım KoyuncuÇevreci yönünü bize ilk günden gösteren Kazım, haliyle 30 Kasım 1986 yılında meydana gelen Çernobil faciasına en sert çıkan sanatçılardan biriydi. Felaketin başta Karadeniz olmak üzere tüm dünyaya vereceği zararlara farkındalık kampanyalarında en önde yer aldı. Hayattaki en büyük fobimdi dediği kansere bu felaket yüzünden yakalandı. O zamana kadar sahneden kopmayan çocuk, bu olaydan sonra da sahnede olmalıydı. Bir yandan kanser tedavisi görürken bir yandan doktorlarından aldığı izinle sahneye çıkmaya devam ediyordu. Özellikle Karadeniz’de verdiği konserlerinde “Sahnede hastalığı unutuyorum. Böyle güzel şeyler olunca hiç aklıma gelmiyor, İstanbul’a tekrar dönünce ne yapacağımı hiç bilmiyorum.” diyordu. Son konserini Karadeniz Teknik Üniversite’nde verdi. Tabi ki Kazım bu konserin son konseri olacağını bilmiyordu. 27 Haziran 2005’te Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda gerçekleştirilecek olan Hey Gidi Karadeniz konserinde arkadaşlarıyla tekrar sahne alacağı ve sevenleriyle tekrar bulunacağı için heyecanlıydı. 25 Haziran 2005 günü konsere katılamayacağını açıkladı. Açıklamasında sesine bağlı sağlık sorunlarının giderilemediğini, geceye enfeksiyon kapma tehlikesi nedeniyle seyirci olarak dahi katılamayacağını bildirdi. Aynı günün akşamında bir efsanenin bedenen aramızdan ayrılışının haberi geldi.
    27 Haziran’da konser alanı doluydu. Şair Ceketli Çocuğa veda etmek için insanlar Türkiye’nin dört bir yanından gelmişti. Kazım “Karadeniz özgür bir dalgadır, özgür bir sudur” yazısı altında sahneden son kez bakıyordu sevenlerine. Binlerin eşliğinde çok sevdiği memleketine, hikayesinin başladığı Hopa’ya, hikayesini bitirmek için uğurlandı. Kazım Koyuncu’dan bize şarkılar, aşklar, şiirler ve şu sözler kaldı.

    Kazım Koyuncu“…hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya!”

    Teşekkürler dünya bize Kazım Koyuncu’yu verdiğin için!

    Yazar: Refika Çelik
    • Google Profili İle Yorumlar
    • Facebook Profili İle Yorumlar

    0 yorum:

    Yorum Gönder

    Item Reviewed: Teşekkürler Dünya! | Refika Çelik Rating: 5 Reviewed By: SRH MEDIA
    Yukarı